Esreften Esfele bolum 3

Eşreften Esfele (Muhbirler)
3. BÖLÜM
“Hoş geldin Fırat kardeş, siz de hoş geldiniz kardeşlerim.”
“Hoş bulduk Selami amca. Nasılsın, iyi misin?”
“Hamd olsun Allah’a. İyiyim çok şükür. Bugün benim en mutlu günlerimden biri. Allah’a ne kadar hamd etsem azdır Fırat kardeş.”
 
“Haklısın Selami amca. Nasıl, içerisi kalabalık mı?”
“Çok kalabalık... Tüm akrabalarıma ve komşularıma haber salmıştım.  Sağ olsunlar hemen hemen hepsi davetime icabet ettiler. Hâlâ da gelenler  oluyor. Gelen bayanları ayrı odaya aldık. Onlarla bizim hanım  ilgileniyor.”
 
“Fevkalâde güzel... İnşaallah daha önce ayarını yaptığımız ses  düzeninde bir sorun çıkmaz. Uygulayacağımız bütün programın diğer  odalardan da duyulması gerekir. Aksi halde bu kadar emeğe yazık olur.”
 
“Sen hiç merak etme hocam. Az evvel de kontrol ettim. Herhangi bir aksaklık yok. Her şey yolunda...”
“Güzel... O halde biz de içeri geçebiliriz. Sana zahmet olacak, ama  Selami amca, biz içeri girdiğimizde, bizi misafirlerle tanıştırırsan  sevinirim. Hem böylelikle bir sünneti de ihya etmiş olacağız.”
 
“Zaten söylemesen de yapacaktım. Gelen misafirler de sizi tanımak  istiyorlar. Birçoğu sizi gıyaben tanıyor. Çünkü sohbetlerimizde genelde  sizleri, yaptığınız hizmetleri ve fedakârlığınızı anlatıyorum. Bu  vesileyle şahsen de tanımış olacaklar.”
 
“Bizi utandırıyorsun amca. Biz bu övgüleri hak etmiyoruz.”
“Siz hak etmiyorsanız peki ya kim hak ediyor Fırat kardeş.”
Fırat ve arkadaşları böylesi övgülerden hoşlanmıyorlardı. Onlar,  yaptıkları hizmetlerin karşılığını insanlardan övgüler almakla değil;  Allah’ın rızasına nail olmakla almak istiyorlardı. Onlar, Resulullah’ın  (S.A.V) “Birisi sizi yüzünüze karşı övdüğünde, yüzüne toprak atın.”  hadisini kendilerine şiar edindiklerinden, övülme sonucunda kalbe kibir,  insanlara karşı büyüklenme, riya.. gibi nefsi hastalıkların enjekte  olduğunu biliyorlardı. Elbette Selami amca’nın bu övgüleri saf niyetle  ve onlarla iftihar ettiği için yaptığını da biliyorlardı. Buna rağmen  rahatsız olmuşlar, sıkılgan tavırlarla önlerine bakarak duymazlıktan  gelmişlerdi. Fırat, bu nevideki konuşmanın daha da uzamaması için:
 
“Artık içeri geçmeyelim mi Selami amca?” dedi.
“Hay hay Fırat kardeş... Böyle gelin...”
Fırat ve arkadaşlarının Selami amcanın evine gelişlerinin sebebi,  daha önce konuştukları üzere, Fatih’in Kur’an-ı Kerim’i hatmetmesinden  dolayı verecekleri mevlit idi. Bunun için birkaç gün öncesinden hazırlık  yapmışlar, hiçbir aksaklığa mahal vermemek için en ince detayları dahi  hesaplamışlardı. Konuşulanların diğer odalardan da duyulması amacıyla,  bir gün önceden tüm odalara hoparlör yerleştirilmişti. Bunu da Cüneyt’in  elektronik tamirciliği yapan bir arkadaşı hazırlamıştı.
 
Mevlidi Levent okuyacaktı. Çünkü içlerinden sesi en güzel olan o idi.  Fırat ise mevlit başlamadan önce bir giriş konuşması yapacak, bir nevi  vaaz verecekti. Vaazdan sonra misafirlerin soru sormalarına imkân  tanıyacak, böylece Cemaat ve faaliyetleri hakkında az da olsa izahatta  bulunacaktı. Bilgi birikimi, Cemaat içindeki geçmişi, kıvrak zekâsı ve  konuşma üslûbu, söz konusu soru ve şüphelerin giderilmesi için  yeterliydi, ama her şeyden önce soru soranda art niyet ve ön yargı  olmaması şarttı. “Rabbim dilerse, bu mevlidin, gelen insanların  birçoğuna faydalı olacağına inanıyorum” demişti Fırat. Elbette Allah  dilememişse, Fırat ve arkadaşlarının yapabileceği bir şey olamazdı.  Çünkü hidayet Allah’tandır ve O, ancak dilediğine hidayet verir. Fırat  ve arkadaşları üstlerine düşen görevi yapacaklar, gerisini de Allah’a  bırakacaklardı. Onların görevi tebliğ etmekti ve bunu da en mükemmel bir  şekilde yapmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Tebliğin sonucu ise  ‘Hakimlerin Hakimi’ olan Yüce Allah’a aitti. Kimin hidayete layık  olduğunu bilen, sadece O’dur.
 
Cüneyt, Recep ve Cemil ise Fırat’ın konuşmasının ardından makamlı  olarak Cevşen okuyacak, salavatlara ön ayak olacaklardı. Mevlidin  bitimini müteakip tekrar Cevşen okuyup programı bitireceklerdi. Cevşen  ve salavatlar, programa ayrı bir manevi hava katacaktı. Fırat buna önem  veriyordu. Bu yüzden arkadaşlarından çokça prova yapmalarını özellikle  istemişti. Programın en güzel sürprizi ise, mevlide başlarken okunacak  Kur’an-ı Kerim’i Fatih’in okuyacak olmasıydı. Bundan Fatih’in babası  Selami amcanın dahi haberi yoktu. Fırat, Fatih’i sıkı sıkı tembihleyerek  bunu kimseye hissettirmemesini söylemişti. Bu gerçekten güzel bir  sürpriz olacaktı. Fırat, Fatih’in heyecanlanmaması için okuyacağı bölümü  camide ona defalarca okutmuş ve heyecanını yenmesini sağlamıştı.
 
Öte yandan Selami amca da kendi hazırlıklarını yapmış ve hiçbir  masraftan kaçınmamıştı. İçerinin havasını güzelleştirmek için tütsüler  almış, soğuk şerbetler hazırlamış, adet olduğu üzere hem gelenlerin  oracıkta yemesi ve hem de yanlarında götürmesi, ayrıca komşulara  dağıtılması için lokum ve bisküvi almıştı.
 
Mevlide, camiye giden öğrencilerin tamamı çağrılmıştı. Onlara da  çeşitli hizmetler için görevler verilmişti. Herkes kendisine verilen  görevin sorumluluğunun bilincindeydi. Onlar da Fırat’tan defalarca  talimat almış ve ne yapacaklarını ezberleyecek hale gelmişlerdi.
 
Fırat ve arkadaşları, Selami amcanın ardından içeriye girerken  heyecanlıydılar. Hazırlıklarında bir eksik olmamasına ve daha önce  birkaç kez prova yapmış olmalarına rağmen yine de heyecanlıydılar.  Onlara bu heyecanı yaşatan şey de, ilk kez böylesi kapsamlı bir  programı, kalabalık ve tanımadıkları insanlardan oluşan bir topluluğa  sunacak olmalarıydı. Daha önce kendi aralarında, ya da tanıdıkları  insanlar için küçük çapta mevlitler vermişlerdi, ama yabancı insanların  karşısına ilk kez çıkacaklardı. Heyecanlı olmalarına rağmen kendilerine  güvenleri vardı ve bunu en iyi şekilde yapacaklarına dair en küçük bir  kuşku duymuyorlardı. Çünkü bunu sadece Allah rızası için yapacaklardı.  Bu yüzden Allah’ın kendilerine yardım edeceğine, eksikliklerini  kapatacağına, başlarken heyecanlarını yatıştıracağına inançları tamdı.
 
Üç oda ve büyükçe bir salondan oluşuyordu Selami amcanın evi. Bir oda  ile salonun tamamı erkeklere tahsis edilmişti. Kalan iki oda ise  kadınlara ayrılmıştı.
 
Fırat ve arkadaşları, Selami amcanın rehberliğinde, erkeklere ayrılan  bölümleri tek tek dolaşıp misafirlerle tanışmışlar, gençlerle göğüs  göğüse musafaha yapıp yaşlıların ellerini öpmüşlerdi. Tanışma ve  selamlaşma faslının ardından kendilerine ayrılan, mikrofon düzeninin  bulunduğu yere geçtiler. Yerlerine oturduktan sonra da kısa bir müddet  “Hoş geldiniz, merhaba!” faslı devam etti. Misafirlerin bakışları, yeni  gelen gençlerin üzerine odaklanmıştı. Kimisi, genç olmalarından dolayı  küçümser bakışlarla süzerken, kimisi de hayranlığını ifade eder bir eda  ile bakıyordu. Bir diğer kesim ise, genç olmalarını fırsat bilerek  toyluklarından istifade etmeyi ve onların şahsında temsil ettikleri  davayı küçük düşürebilecek olmalarının sevinç ve iştahıyla bakıyordu.
 
Kısa bir sessizliğin ardından, Fırat ev sahibi olan Selami amcaya yönelerek:
“Selami amca, eğer müsaade edersen, artık başlayabiliriz” dedi.
“İyi olur hocam. Bundan sonra gelen olursa da, geldiği yerden itibaren dinler.”
 
Ev sahibinin müsaadesini alan Fırat, dizlerinin üzerine oturup  konuşma vaziyeti aldı. Bir iki defa öksürüp boğazını temizledi. İlk kez  bu kadar kalabalık bir topluluğa hitap edeceği için heyecanlıydı. O, bu  heyecanın başlangıç heyecanı olduğunu ve konuşmaya başladıktan sonra  geçeceğini biliyordu. Bu yüzden, söyleyeceklerini kafasında iyice  şekillendirmişti. Fırat, hocası tarafından imtihana çekilmek üzere olan  bir talebenin mahcubiyetiyle oturmuştu mikrofonun karşısına. Yüzü  hafiften kızarmış, alnında ve sakaklarında birkaç damla ter görülmeye  başlanmıştı.
 
Fırat, bekleme esnasında heyecan grafiğinin daha fazla yükseleceğini  bildiğinden, içinden besmele çekerek, konuşmaya başlamak için mikrofonu  açtı. Konuşmasına Arapça okuduğu hamd ve salavatlarla başladı. Fırat  konuşmaya başlayınca, misafirler de gayr-ı ihtiyari olarak oturuşlarını  düzelttiler. Hamd ve salavatlardan sonra, heyecanının yatışması, dilinin  kuvvetlenmesi ve söylediklerinin anlaşılması amacıyla yine Arapça  olarak Ta-ha Suresi 25-28 Ayetlerinde geçen Hz. Musa’nın (as) “Rabbim,  göğsüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, dilimdeki düğümü çöz ki sözümü  iyi anlasınlar.” mealindeki duasını okudu Fırat. Ardından:
 
“Muhterem mü’min ve mü’mineler!” diye hitap ederek başladı konuşmasına.
 
“Konuşmama başlarken hepinizi Yüce Allah’ın selamıyla selamlıyorum.  Birçoğunuz yaşça benden büyüksünüz ve çoğunuz söyleyeceklerimi benden  daha iyi biliyorsunuz. Bu yüzden konuşmam belki sizleri sıkacak. Ama  madem ki buraya hayırlı bir ameli bitirmiş olmanın sevincini yaşayan  Fatih kardeşimizle değerli ailesinin sevincine ortak olmak, onların  duyduğu bu sevincin bir nişanesi olarak verdiği ve adetlerimizde güzel  bir yer tutan mevlide icabet etmek için toplanmış bulunuyoruz, o halde  sizleri fazla sıkmayacağımı taahhüt ederek, beni sabırla dinlemenizi  istirham ediyorum.
 
Allahu Teala, Tevbe Suresi 72. Ayet-i Kerimesinde ‘Mü’min erkeklerle  mü’min kadınlar birbirlerinin dostu ve velisidirler. İyiliği emreder,  kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler,  Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir.  Muhakkak ki Allah, güçlüdür; hikmet sahibidir.’ demek suretiyle bütün  müslümanların üzerine; iyiliğe, doğruya, Allah’ın yoluna çağırmayı;  kötülükten, günahlardan, şeytana uymaktan da sakındırmayı bir görev  olarak yüklemiştir.
 
Değerli müslümanlar, biliyorsunuz ki halkımız yıllarca dinden,  imandan, İslam’dan uzak yaşamak zorunda bırakıldı. Öyle bir hale geldik  ki, neredeyse, Allah’ın insanlar için seçip kemale ulaştırdığı yüce  İslam dini unutulacaktı...” Fırat konuşmasına geçmişten günümüze kadar  İslam’a ve Müslümanlara yapılan saldırıları örnekler vererek anlattı.  Daha sonra müslümanların düştüğü durum, bunun nedenleri ve çareleri  üzerine yoğunlaştı. Ardından da isim vermeden Hizbullahi Cemaat’in  faaliyet ve çalışmalarından, bunun sonucunda bir uyanış hareketinin  başlamış olmasından, camilerin eski fonksiyonuna kavuşmuş olduğundan..  bahsetti.
 
Konuşması kırk dakika kadar sürmüştü. Misafirlerin etkilendikleri,  tavır ve davranışlarından belli oluyordu. Fırat’ın konuşmasını Arapça  okuduğu ayet ve hadislerle süslemesi, konuşmanın tesir derecesini çok  daha fazla artırmıştı. Kimisi anlatılanlardan dolayı gözyaşlarını  tutamamış, kimisi de galeyana gelerek zaman zaman tekbir çekmişti. Ama  içlerinde, bir gencin kendilerine vaaz vermesini hazmedemeyen, kibirli  davranışlarıyla, konuşmadan sıkıldığını belli ettiren ya da alaycı  tavırlarla dinleyenler de yok değildi. Buna rağmen sohbetin genel  mahiyetiyle çok faydalı ve olumlu olduğu belliydi.
 
Fırat konuşmasının sonunda “Eğer söylediklerim konusunda, ya da daha  değişik konularda anlamadığınız, veya merak ettiğiniz sorularınız varsa  sorabilirsiniz. Bilirsem, cevaplamaya çalışırım. Yok eğer bildiğim bir  şey değilse, gider, araştırır, cevabını sonra veririm” deyip gelecek  soruları beklemeye başladı. Bir süre sessizlik oldu. Kimseden çıt  çıkmıyordu. Kimsenin soru sormayacağına kanaat getiren Fırat:
 
“Herhalde kimse soru sormayacak. O halde konuşmamı...” sözü yarım kaldı. Sol tarafında oturan yaşlıca bir adam:
“Hoca oğlum, sen konuşmaya başlarken, mevlit için “adetlerimizde  güzel bir yeri olan..” diye söyledin. Mevlid bir adet mi, yoksa sünnet  midir? Bunu öğrenmek istiyorum.”
 
Fırat, sorulan sorunun diğer odalardan da duyulması için kendisi de soruyu mikrofondan bir kez tekrarladı. Sonra:
 
“Amca, konuşmam esnasında, yıllardan beri bilinçli olarak İslam’ın  bize unutturulduğunu anlattım. İslam unutulunca; neyin farz, neyin  sünnet ve neyin adet olduğu birbirine karıştı. Mevlid, İslam’a sonradan  girmiş, İslam’ın güzel adetlerinden bir adettir. İstersen senin soruna  Üstadımız Said-i Nursi Rahmetullahi aleyhin bu konuda yaptığı bir  açıklama ile cevap vereyim. Üstad Said-i Nursi (R.A) bu konuda diyor ki:
 
“Mevlid-i Nebevi ile Miraciyenin okunması gayet faydalı, menfaatli ve  güzel bir adet olduğu gibi, beğenilmiş bir adet-i İslamiyedir. Belki  İslam’ın toplumsal hayatında gayet hoş ve parlak ve tatlı bir sohbet  vesilesidir. Belki, iman hakikatlerinin ihtarı için en hoş ve şirin bir  derstir. Belki, imanın ışıklarını ve Allah’a muhabbeti ve Resulullah’a  (S.A.V) duyulan aşkı gösteren, tahrik eden, heyecan veren ve te’sir  yapan bir vasıtadır. Cenab-ı Hak bu adeti ebede kadar devam ettirsin.  (Amin!)”
 
Biz de Üstad’ın duasına can-u gönülden ‘amin’ diyerek iştirak ediyoruz.
Hep birden ‘amin’ diyerek duaya katıldı misafirler. Fırat, soru soran kişiye dönerek:
“Ben Üstad’ın sözlerini biraz Türkçeleştirerek söyledim. İnşaallah soruna bir cevap olmuştur amca.”
“Allah senden razı olsun Hoca oğlum. Cevabı aldım ve anladım. Allah  diline ve ilmine kuvvet versin. Bizim gibi cahilleri aydınlatıyorsun.”
 
“Peki Hocam, benim bir sorum olacak” diyerek araya girdi, Fırat’ın  karşısında oturan orta yaşlı bir adam. “Diyelim ki ben yolda gidiyorum.  Bir kişinin haramlardan birisini işlediğini gördüm. Ne yapmam lazım?”
 
“Bu sorunun cevabı, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın bir  hadisinde aynen geçiyor. Resulullah (S.A.V) diyor ki: “Bir münkeri  (kötülüğü) gördüğünüzde, onu elinizle düzeltin. Yapamıyorsanız  dilinizle, onu da yapamıyorsanız, kalbinizle ona buğz edin. Bu ise  imanın en zayıf halidir. Bunu da yapmayan birinde, hardal tanesi kadar  dahi iman yoktur.” Bu hadis sorunuza çok açık bir şekilde cevap veriyor.  Ama günümüzde kötülükler ve bu kötülükleri yapan insanlar o kadar  çoğaldı ki, bir insanın tek başına bunları engellemesi mümkün değildir.  Ferdi olarak hiç kimsenin buna gücü yetmez. Bu yüzden müslümanların  birlik oluşturmaları şarttır. ‘Birlikten kuvvet doğar.’ demişler. Bir  kişi tek başına hareket ettiğinde bir etkisi olmaz. Ancak, arkasında  güçlü bir Cemaat varsa ve onun adına hareket ediyorsa, o durumda etkili  olmaması mümkün değil.”
 
“Anladım hocam, Allah razı olsun.”
 
Kibirli tavırlarıyla konuşmalardan sıkıldığını belli eden 40  yaşlarında bir adam, Fırat’ı zor duruma düşürmek ve gelenlerin ona  yönelen teveccühlerini kırmak için:
 
“Konuşmaların çok güzeldi. Ama siz bunların hiçbirisini  yapmıyorsunuz. Hepiniz İslam’dan, dinden, imandan bahsediyorsunuz da  peki niçin insanları öldürüyorsunuz?”
 
Fırat bu sorunun kasıtlı sorulduğunu biliyordu. Adamın amacı, oluşan  bu manevi ortamı bozmak ve Fırat’a yönelen hayranlık ve teveccühleri  kırmaktı. Fırat ve arkadaşları bu sorudan dolayı rahatsız olmuşlar,  oturdukları yerde huzursuz olduklarını belli etmişlerdi. Başka bir yerde  olsa, Fırat’ın buna cevabı sert olacaktı, ama bu ortamı bozmak ve işi  tartışma boyutuna getirerek soru soran adamın amacına hizmet etmiş olmak  istemiyordu. Kısa bir an düşünerek söyleyeceklerini kafasında  toparladı. Sonra özenle seçtiği kelimelerin üzerine basa basa kısa, ama  net bir cevap verdi:
 
“Öncelikle şunu söylememe müsaade edin. Bu soru şu andaki ortamımıza  pek uygun düşmüyor. Ne şekilde olursa olsun, verilecek cevabın burada  toplanan kişilere bir fayda vereceğini sanmıyorum. İkinci olarak da, siz  bu soruyla bilmeden, İslam’a hizmet etmeyi kendilerine görev bilen, bu  yolda sevdikleri ve değer verdikleri her şeylerinden fedakârlık yapan  Müslümanları töhmet altında bırakıyorsunuz. Böylesi söylentileri  çıkaranlara inanmamak lazımdır. Çünkü bir yerde İslami bir çalışma  varsa, bundan rahatsız olan bazı kişi ve gruplar da mutlaka olacaktır.  İşte bu tür kişi ve gruplar, kendilerine göre Müslümanları karalayarak,  insanların onlara olan teveccühünü kırmak ve böylece İslami tebliği  baltalamak istiyorlar. İşte ben ve arkadaşlarım buradayız. Hepiniz bizi  tanıyorsunuz. Camiye gidip gelmekten, çocuklara Kur’an-ı Kerim dersi  vermekten, Peygamber Efendimiz’in (S.A.V) hayatını ve sünnetini, fıkıh  ve ilmihal konularını, diğer Peygamberlerin (as) hayatlarını öğretmekten  başka bir şey yaptığımızı gören var mı? Biz Allah’ın rızasından başka  bir şey istemiyoruz. Bunu herkes böyle bilmelidir.”
 
Adam aldığı cevaptan hoşlanmamıştı. Oturduğu yerde huzursuzca  kıpırdandı. Sonra ani bir hareketle kalkıp kimseye bir şey söylemeden  odadan çıktı. Onun çıkışıyla beraber üç kişi daha çıktı. Geri kalanlar  onların ardından bakarak homurdandılar. Hiç kimse onların bu hareketini  beğenmemişti. Konuşmalara bakılırsa, kalkıp gidenlerin kimse tarafından  sevilmeyen kişiler olduğu anlaşılıyordu. Fırat biraz kızgın, biraz da  üzgün olduğu hissedilen bir ruh hali içinde gidenlerin arkasından  bakıyordu. Bu durumunu sezen yaşlı, beyaz sakallı bir adam, ona moral  vermek için:
 
“Kendini üzme hoca evladım. Bunların ne mal olduğunu ben biliyorum.  İşleri, güçleri insanların kafasına şüphe sokmak, sizin gibi gençleri  insanların gözünden düşürmek ve İslam’ın gelişmesine engel olmak için  çalışmaktan ibarettir.
 
Hoca evladım! Bu zındıklar kalkıp gitti diye kendini üzme. Başta ben  olmak üzere, burada bulunanların çoğu, sizi seviyor ve destekliyoruz.  Siz çalışmaya devam edin. Biz de dualarımızla, desteğimizle ve elimizden  başka ne gelirse, sizinle beraberiz” dedi. Yaşlı adamın gür sesiyle  söylediği bu birkaç cümle, diğerlerini de galeyana getirmiş, Fırat’a  destek çıkmışlardı. Yaşlı adamın bu konuşması, elektriklenen havayı  yumuşatmış, eski havasına kavuşturmuştu. Kalkıp gidenlerle birlikte  morali bozulup müteessir olan Fırat ve arkadaşlarının neşesi yerine  gelmişti.
 
Bundan sonra tekrar soru-cevaplara geçti Fırat. Birkaç soruya verilen  cevapların ardından vaktin ilerlediğini gören Fırat, sorulara nokta  koyarak Selami amcaya hitaben:
 
“Vakit hayli geç oldu Selami amca. Artık mevlidimize başlamayalım mı?” dedi.
“Fırat kardeşim, programı siz yapıyorsunuz. Ne zaman isterseniz başlayabilirsiniz.”
“Fatih kardeşim nerede? Kur’an’ını alıp gelsin.”
 
Az sonra başında beyaz takkesi, nur yüzü ve utangaç tavırlarıyla,  Rabbinin yüce kitabını göğsüne bastırmış olduğu bir halde Fatih  çıkageldi. Başı önde, terbiyeli, bir o kadar da utangaç hareketlerle  gelip Fırat’ın sol yanına diz çökerek oturdu. Fırat, ona mikrofon  başında yer vermek için yana doğru biraz çekildi. Fatih’in babası Selami  amcanın hâlâ durumdan haberi yoktu. Oğlunun mikrofon başına gelip  yanında getirdiği Kur’an’ını açtığını görünce heyecanlandı. Ama hâlâ da  oğlunun değil de Fırat’ın okuyacağını düşünüyordu. Fatih okuyacağı yeri  açıp hazırlığını tamamlayınca, Fırat:
 
“Değerli müslümanlar! Mevlide başlamadan önce Kur’an’dan okunacak  yeri Fatih kardeşimiz okuyacak. O, bu şerefe hepimizden daha çok  layıktır. Zaten bu mevlit, onun Kur’an-ı Kerim’i hatmetmesi  münasebetiyle verildiği için, bu konuda Fatih kardeşimiz herkesten daha  çok hak sahibidir. Ben mikrofonu kendisine bırakıyorum. Cümlemizden  Allah razı olsun. (Amin!)” dedi.
 
Kendisine mikrofon bırakılan Fatih Euzu besmele çekerek okumaya  başladı. Babası heyecanlanmıştı. Oğlunun o çocuksu, tatlı sesiyle  çektiği euzu besmeleyi duyunca, hissettiği sevinç, gurur ve Allah’ın  kendisine bahşettiği bu saadetin etkisiyle gözyaşlarını tutamadı. Fatih  okudukça, Selami amca için için ağlıyordu. Okumanın sonlarına doğru  ağlama şiddetini artırmış, omuzları sarsılacak bir dereceye gelmişti.  Elbette bunlar sevinç gözyaşlarıydı... Mutluluk ve saadet  gözyaşlarıydı... Selami amcanın ağladığını gören, sağında ve solunda  oturan diğer misafirler de etkilenmiş, Fatih’in güzel bir makamda,  tecvit kurallarına uyarak okuduğu Kur’an’ın yüreklere işleyen tesirine  daha fazla dayanamayarak ağlamışlardı.
 
Fatih, “sadakallah-ül azim” diyerek okumasını bitirdi ve Kur’an’ını  kapattı. Bu okuyuş misafirlere öyle tesir etti ki, çocuğu olanların  birçoğu, çocuğunu camiye göndermek için Fırat’tan izin istemişti. Fırat  da hepsine:
 
“Cami Allah’ın evidir. Hiç kimse çocuğunu Allah’ın evine göndermek  için başkasının iznine ihtiyaç duymamalıdır. Bizler, Allah’ın evinde,  Allah’ın kulları olarak Allah’ın kitabını, Allah’ın dinini ve O’nun  Resulû’nun (S.A.V) hayatını öğretmeye çalışıyoruz. Kim çocuğunu  gönderirse, bildiklerimizi ona da öğretmekten -Allah’ın izniyle- geri  durmayacağız. Bunun için hiç kimseden bir ücret de talep etmiyoruz.  Bizim gayemiz, sadece Allah’ın rızasına ulaşmak ve Resulullah’ın (S.A.V)  şefaatine mazhar olmaktır. Her müslüman kendi çocuğuna dinini öğretmek  için çaba sarf etmeli ve buna zemin hazırlamalıdır. Bunun en güzel yeri  ise camilerdir. Öyleyse hiç korkmadan, çekinmeden, endişe etmeden  çocuklarınızı camiye gönderebilirsiniz” şeklinde açıklamalarda bulundu.
 
Ardından Cevşen grubu Cevşen okuyup salavat getirdi. Bunu müteakip  Levent o güzel, içten gelen davudî sesiyle mevlidi okumaya başladı.  Levent daha birkaç beyit bitirmeden kendisini tutamayıp ağlamaya  başladı. Çünkü o, çok halim ve çabucak duygulanan birisiydi. Sesi  titreyip ağlayınca, yaşlı misafirler sanki böyle bir şeyi bekliyorlarmış  gibi onlar da Levent’e eşlik ettiler. Güzel bir duygu atmosferi  oluşmuştu. Misafirlerin birçoğu ilk kez böyle düzen ve program  dahilinde, hem de gençler tarafından uygulanan bir program izlemenin  hazzını yaşıyordu. Hemen hepsinin düşüncelerinde ve duygularında, bu  gençlere karşı saygı ve sevgi tohumları ekilmiş, haklılıklarına ve  güvenilirliliklerine dair olumlu kanaatlere sahip olmuşlardı. Onların  şahsında, mensubu oldukları ve onları yetiştirip bu ahlakı, bu kültürü,  bu birikimi, bu ilmi ve bu terbiyeyi veren Hizbullahi Cemaat’e karşı bir  güven havası teşekkül edilmişti. O halde bu Cemaat’e nasıl yardım  edilebilir, destek olunabilirdi? Bir çoğu kendi vicdanlarının  derinliklerinde bunun muhasebesini yapıyordu.
 
Mevlid bitmişti. Şerbetler içilmiş, ikram edilen yiyecekler  yenilmişti. Artık misafirler teker teker evi terk ediyorlardı. Selami  amcanın daha önceden hazırladığı ve misafirlerin çıkarken evdeki  çocuklarına götürmeleri gayesiyle, lokum ve bisküviden terkip ettiği  paketler, bu kez çocuklar tarafından tepsi üzerinde kapıda ikram  ediliyordu.
 
Herkes çıktıktan sonra geride kalan 45-50 yaşlarında bir adam, Fırat’a yaklaşarak:
“Hocam, biri 10, biri 12 yaşlarında olan iki çocuğum var. Onları  camiye göndereceğim. Onlara da böyle Kur’an öğretir misin?” dedi.
 
“Allah izin verirse, evet.”
“Allah razı olsun. Peki ben de böyle bir mevlit vermek istesem, aynısını yapar mısınız?”
“Allah izin verirse, buna da ‘evet’ diyorum. İnşaallah seve seve yaparız.”
“Allah razı olsun. Allah sizin gibi dinine bağlı gençleri başımızdan  eksik etmesin. Allah sayınızı gün be gün artırsın. Allah ne muradınız  varsa versin.”
 
“Allah cümlemizden razı olsun.”
 
Herkes çıktıktan sonra Fırat ve arkadaşları yalnız kalmışlardı.  Fatih’in babası misafirlerini uğurladıktan sonra onların yanına geldi.  Minnet duyguları içinde onlara teşekkür edip dua ve temennilerde  bulundu. Kısa bir müddet baş başa oturdular. Ardından Fırat ve  arkadaşları vedalaşıp ayrıldılar.
 






 
