Anasayfa İletişim K.D.HİZBULLAH Konuk Defteri Ankete Katıl

ANA MENÜ

HS İLMİYE

SON DAKİKA

EŞREFTEN ESFELE

VAN ŞEHİDLERİ

ŞEHİDLER ALBÜMÜ

SİTE ANKETİ

K.D.HİZBULLAH

AZİZ ŞEHİDLER

SON DAKİKA

TAKVİM

HÜSEYNİ SEVDA


Zillet Bizden Uzaktir | Hizbullah | Hüseyni Sevdam - Haberler | Hizbullahi Hareketin Şehidleri

Esreften Esfele bolum 2

Eşreften Esfele (Muhbirler)


2. BÖLÜM

Emniyet müdürlüğü makamının bulunduğu büyük, gösterişli, insanların önünden korkarak geçtiği, halk arasında zulmün, işkencenin ve her türlü zorbalığın sembolü olan Emniyet Sarayı binasında o sabah bir hareketlilik yaşanıyordu. Emniyet Müdürü ters tarafından kalkmış gibi önüne geleni paylıyordu. Bir şeylerin ters gittiği, Müdürün her hareketinden anlaşılıyordu.
 

Müdür; sinirli, çabuk parlayan, ağzı bozuk bir adamdı, ama bu sabah alışılmışın dışında bir tavır sergiliyordu... Öfke grafiği son haddine kadar yükselmiş, neredeyse duvarlara çatacak bir seviyeye gelmişti. Normal şartlarda bayan memurlara karşı, erkeklere oranla daha kibar davranmasına rağmen, bu sabah onlar da küfür ve argo tabirlerden paylarına düşeni alıyorlardı. Müdürün, gerginleştiğinde ya da asayişi ilgilendiren bir vukuat olduğunda, zaman zaman böyle davrandığı olurdu, ama bu derece sinirlendiği görülmemişti.
 

Kendisi, üç büyük ilden birisinin emniyet müdürlüğüne göz dikmişti. Bu yüzden kendisini oraya taşıyacak başarılara imza atması gerekiyordu. Ama şimdi, başarılara imza atması şöyle dursun, kent merkezi korku ve cinayet merkezine dönüşmüş, “irticai faaliyetler” diye adlandırdığı İslami çalışmalar had safhaya ulaşmıştı. Eğer bu olayları ve İslami çalışmaları zamanında engelleyemezse, üç büyük ilden birisine gitme rüyaları bir kâbusa dönüşebilirdi. Devletin ilgili birimlerinin İslami çalışmalara ve halkın İslami değerleri sahiplenmesine karşı olan antipatisini ve tüm güçleriyle karşı duruşunu düşününce içi burkuldu. Yüzü, limon yiyen birisinin yüzü gibi ekşidi. Öfkeden yüzü morardı, alın damarları şişti. Alnından tepesine kadar iyice kelleşmiş olan başı terledi. Yumruk yaptığı elini masaya sertçe vurdu. Vurmasıyla beraber: “Hayır! Yükselişime hiç kimse, hiçbir olay, hiçbir çalışma engel olamayacak. Buna asla izin vermeyeceğim” diye bağırdı. Yumruğun etkisiyle masadan çıkan sesle, müdürün kendi kendisine bağırarak konuşması, sekreterinin kulağına kadar gelmiş, sekreteri gayr-i ihtiyari ayağa kalkarak, kendisine çeki-düzen verip esas duruşa geçmişti.
 

Müdür, odasında dört dönüyordu. Kravatını gevşetmiş, ceketini çıkarmıştı. Gömleğinin kollarını da iki kere katlamıştı. Elleri arkasında olduğu halde odada turluyor, kendi kendine konuşmaya devam ediyordu. “Son günlerde her şey sanki aleyhime işliyor gibi... Nereden çıktı bu yobazlar? O kadar çağdaş kurumlar dururken camiye gitmek akıl kârı mı ulan? Bu ne biçim anlayış? Öcü gibi çarşaflara bürünmeyi hangi mantık açıklayabilir? Hayır, hayır!.. Kesinlikle bunların önüne geçmeliyim... Sözde emrimde adamlar çalışıyor. Ulan sizin gibileri polis yapanların boynu altında kalsın!.. Ulan kent merkezi irticai faaliyet kaynıyor, benim haberim olmuyor. Neredeydiniz ulan?!..” Bu son cümleyi dişlerini sıkıp öyle öfkeyle söylemişti ki, sekreter yeniden esas duruşa geçmek zorunda kaldı. Müdürün bu şekilde parlamasının sebebi, irticai faaliyetlerin artmasından ve birçok silahlı olayın patlak vermesinden ziyade; ardı ardına silsile takip edilerek OHAL Valisi, Emniyet Genel Müdürü ve İçişleri Bakanı’nın bizzat kendisini arayarak gelişmelerden dolayı azarlamaları ve ivedilikle olayların önüne geçmesini kendisinden istemeleriydi. Dün gece de il valisi kendisini geç saatlerde aramış ve iyice azarlamıştı. Belli ki vali de bir başka yerden aynı cümleleri işitmişti. Hiyerarşide kural buydu... Herkes bir astını sıkıştırıyor, ama kendisi rahatını bozmuyordu. Kuralın ilk safhası gerçekleşmiş, kendisi fırçasını yemişti. Hem de birkaç yerden... Şimdi sıra ikinci safhaya gelmişti. Kendisi de astlarını toplayacak, onları sıkıştıracak, kendisine kızıldığından daha fazla bir şekilde kızacaktı. Ancak böyle rahatlayabilirdi. Çarkı döndürmenin en kısa yolu da buydu. Böyle görmüş, böyle öğrenmiş, böyle uygulamıştı. Şimdi de böyle yapacaktı.
 

Emniyet Müdürü, makam delisi birisiydi. Bu makama da astlarını eze eze gelmişti. Şimdi buradan daha yükseğe çıkabilmesi için daha çok baskı yapması, personelini ezmesi, onlara göz açtırmaması gerekiyordu. Astlarına karşı böylesine sert ve gaddar iken, üstlerine karşı da tam tersi olarak yumuşak, saygılı, bir o kadar da yalaka bir tipti. Adeta astlarına karşı aslan, üstlerine karşı da kedi portresi çiziyordu. Onun anlayışına göre personelin varlığı, sadece ve sadece kendisinin yükselmesi içindi. Bu yüzden personelin şahsiyetinin kırılması, izzet-i nefislerinin ayaklar altına alınması gerekiyordu ki, amacına göre çalışsınlar. Yani onu gönlünde yatan ilin emniyet müdürlüğüne taşıyabilsinler. Ondan sonrası belki genel müdürlük, sonra da siyaset ve içişleri bakanlığı... “Neden olmasın?” dedi kendi kendine. Devamla: “Bakan olanların kaç kellesi var? Benden nesi fazla ki?.. Fazlam var, eksiğim yok” dedi. Peki şu vali de kim oluyordu ki kendisine kızıp bağırıyor, azarlayabiliyordu? Kendisini içişleri bakanlığına namzet görüyorken, bir validen fırça yemek onuruna dokunmuştu. “Bunu unutmayacağım sayın vali... Bunu unutmayacağım. Bakan olduğumda sen hâlâ görevde isen benden çekeceğin olacak” diye dişlerini sıkarak söylendi. Şimdi bekleyip sabretmeli ve üstleriyle iyi geçinmeliydi. Üstleriyle iyi geçinemeyen birisinin hayal ettiği makamlara gelemeyeceğini kendisi çok iyi biliyordu. Ne de olsa yıllarını bu işe vermişti. Bu arada üstlerinin açıklarını da yakalamalı, zamanı gelince kullanmalıydı. Yani terfi için şantaj olarak kullanabileceği bazı materyaller ele geçirmeliydi... Bunun için emri altındakileri pekala kullanabilirdi. Çark böyle dönüyordu. Ast, üste yaranmak ve gözüne girmek için her yolu dener, ama kuyusunu kazmak için de elinden geleni ardına koymazdı. Bir önceki çelmeyi yeyip düşecek ki, arkadan gelen ona basarak geçebilsin.
 

Makam için kurtlar sofrası kuruluyordu. Makam bir tane iken, onu talep edenlerin sayısı ise hayli fazla idi. Bu nedenle her an güçlü, kurnaz, acımasız, gerektiğinde de yalaka olmak gerekiyordu. Namuslu olanların ve sadece kabiliyetiyle terfi almak isteyenlerin bu sofrada pay bulabilmeleri neredeyse imkansızdı. Kendisinde eksik bir şey yoktu. Öyleyse...
 

Zile bastı. Az sonra sekreteri kapıyı tıklatarak içeri girdi. Genç bir polis memuruydu sekreter... Hazır ol durumuna geçip başıyla selam verdikten sonra tok bir sesle:
 

“Emredin Müdürüm!” dedi.
 

“Çabuk, sallanmadan TEM şube müdürü ile İstihbarat şube müdürüne kendilerini makamımda beklediğimi bildir! İvedilikle gelsinler!”
 

“Emredersiniz Müdürüm!”

Sekreter yine başı ile sert bir selam verip sol ayağı üzerinde dönerek çıkmak üzereyken müdür tekrar seslendi:

“Gerekli dokümanları ve raporları da yanlarında getirmeyi unutmasınlar. Hazırlıklarını saat 09:00’a kadar bitirip odamda hazır bulunsunlar!”
 

“Emredersiniz efendim.!”

Sekreter aldığı emri yerine getirmişti. TEM ve istihbarat şube müdürleri, emniyet müdürünün makamına gelmişlerdi. Emniyet müdürü tekrar zile bastı. Gelen sekretere:
 

“Şu anda toplantıdayız. Kim olursa olsun, arayanlara önemli bir toplantıda olduğumu bildir. Hiçbir şekilde rahatsız edilmek istemiyorum. Anladın mı?” diye emretti.
 

“Emredersiniz efendim!”

“Çıkabilirsin!”

“Emredersiniz.”

Sekreter selam verip çıktıktan sonra, makam odası bir süre sessizliğe büründü. Emniyet müdürü, koltuğunda sıkıntılı bir şekilde oturmuştu. Asık suratı, gelenleri de tedirgin etmişti. Müdürler, az sonra nahoş hadiselerin olacağını sezinlemişlerdi. Odada buz gibi bir hava esiyordu. Sessizlik rahatsız edici bir hal almıştı. Adeta sinek uçsa, kanat sesleri işitilecek gibiydi. Bu hal, fırtına öncesi sessizliği andırıyordu.
 

TEM müdürü, geniş masanın ön tarafındaki sağ koltukta, istihbarat şube müdürü de sol ön tarafında bulunan diğer koltukta oturmuştu. Her ikisi de yanlarında getirdikleri dosyaları, önlerinde bulunan sehpaların üzerine bırakmışlardı. TEM müdürü bu sıkıcı havadan bunalmış, oyalanmak maksadıyla önündeki dosyaları karıştırmaya başlamıştı. İstihbarat şube müdürü de önüne bakıyor, elleriyle oynayarak kâh parmaklarını birbirine geçiriyor, kâh iki elinin parmaklarını birbirine değdirecek şekilde yakınlaştırıp uzaklaştırıyordu. Kaloriferlerin iyice yanışı, pencerelerin kapalı oluşu, bu kasvetli havayı daha da gerginleştiriyordu. Belki de kaloriferler yanmıyordu da onlara öyle geliyordu. Nihayet müdür tok ve sert bir sesle konuşmaya başladı. Aslında buna konuşma demek pek uygun düşmüyordu. Daha çok kükremeye benziyordu. Söze:
 

“Beyler!” diye başladı. Müdür konuşmaya başlayınca, gelenler kendilerine çeki-düzen verip dinleme pozisyonunu aldılar. Sessizlik bozulduğu için az da olsa rahatlamışlardı. Müdür:
 

“Siz ne yapıyorsunuz Allah aşkına? Ne halt yemeye şube müdürleri olmuşsunuz? Şu ana kadar başımızda zaten bir örgüt vardı, şimdi de İslamcılar türemeye başladı. İslamcıların halk arasında tutulması demek, sonumuzun gelmesiyle eş anlamlıdır. Bunu bilmiyor musunuz? Niçin zamanında gerekli önlemleri almıyorsunuz? Size her türlü faaliyeti durdurma konusunda gerekli desteği verip tüm imkanları seferber etmedim mi? Camiler arı kovanı gibi çocuk kaynıyor, kara çarşaflı kadınların sayısı, neredeyse modern kıyafetli kadınları geçecek... Karşımızda çok ciddi ve ne yaptığını bilen bir örgüt var. Allah bilir, siz, bunları organize eden örgütün ismini de bilmiyorsunuz. Ben size söyleyeyim: “Hizbullah Örgütü!..” Evet, evet... Doğru duydunuz. Hizbullah Örgütü... Kentimiz İran’a dönmek üzere... Üstüne üstlük her gün bir, bazen birden fazla öldürme, yaralama olayı oluyor. Önünüzdeki dosyalarda bunlarla ilgili bir gelişme olmadığına kalıbımı basarım. Beyler! Kelek gibi koltuklarınızda oturacağınıza, bu gidişatın önüne geçmeniz gerekmiyor muydu? Ama nerede?!.. İlla da sizi dürtüklemem mi lazım, bunu mu istiyorsunuz?” dedi.
 

TEM Şube Müdürü araya girdi:

“Ama Efendim biz çalışıyoruz.”

“Kes! çalışıyorlarmış... Ne çalışması? Hani nerede?.. ‘Ainesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.’ demişler. Hani hangi camiye giden çocuk sayısını azalttınız? Tedbirleriniz nerede?..”
 

“Müdürüm, müsaade ederseniz arz edeyim.”

“Şöyle bakalım, ne söyleyeceksen!”

“Efendim, dediğiniz gibi camiler arı kovanı gibi çalışıyor. Ama bu boş durduğumuz anlamına gelmiyor. Ekiplerimiz gece-gündüz takipteler. Fakat bir gelişme olmuyor. Camiye gidenler Kur’an dersi alıyorlar. Bunda ise bir suç unsuru bulamıyoruz. Ayrıca camiye gidenlere baskı yapsak, halkın tepkisiyle karşı karşıya kalmaktan korkuyoruz. Öte yandan İslamcıların ana kaynağının da camiler olabileceğini tahmin etmek güç değil. Yani amiyane tabirle ‘aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık’ misali.
 

“Peki sen ne diyeceksin?” diye istihbarat şube müdürüne yöneltti sorusunu müdür. Cumali Bey bir iki kere öksürüp boğazını temizledi. Belli ki kendisi de fırça yememek için söyleyeceklerini kafasında toparlama gayesiyle zaman kazanmaya çalışıyordu.
 

“Müdürüm!” diye söze başladı. Sonra sakin ve tane tane konuşmaya özen göstererek devam etti:
 

“Bu yönde istihbari çalışmalarımız var, ama az evvel Cengiz Bey’in de ifade ettiği gibi bu konuda ilerlemede sıkıntı çekiyoruz. Şu anda elimizdeki bilgiler, bu işleri Hizbullah’ın yaptığı yönündedir. Ama Hizbullah Örgütü hakkında bir bilgimiz olmadığı gibi, mensuplarına ulaşma yolunda da ciddi sıkıntı çekiyoruz. Camileri organize edenlerin de Hizbullah Örgütü olduğundan kuşkumuz yok, ancak camiye gelip Kur’an dersi alan çocuklardan örgüte ulaşmamız kolay olmayacak...


Öldürülen bazı PKK elemanlarının Hizbullah Örgütü tarafından öldürüldüğü konuşuluyor. Bu kişilerin Allah’a, Peygamberine, İslam’ın mukaddesatlarına hakaret ettiklerini, camiye giden çocuklara engel olup onları sapık düşünce ve işlere sevk ettiklerini söylüyorlar. Bunların öldürülmeden önce ikaz edildikleri, ikazdan sonra vazgeçmedikleri için öldürüldükleri haberleri geliyor. Ancak hiçbir olayla ilgili şahıs yok efendim. Bu haberleri halkın içindeki elemanlarımızdan ediniyoruz. Halk arasında dolaşan bu haberlerin gerçeklik payının çok yüksek olduğuna inanıyorum. Yani özetle söylemek gerekirse müdürüm, cami çalışmaları ile diğer irticai faaliyetlerin tümü ve faili meçhul olarak kalmış cinayetlerin bir kısmının arkasında Hizbullah Örgütünün olduğu hemen hemen aşikar. Elimizdeki bilgiler bundan ibaret efendim.”
 

“Elinizde bu kadar imkân var. Buna rağmen siz bir örgüt kadar da mı çalışamıyorsunuz? Yazıklar olsun size!.” diye tekrar bağırdı emniyet müdürü. İkisi de birbirlerine bakışarak başlarını önlerine eğdiler. Anlaşılan emniyet müdürü ya meseleyi anlamıyor, ya da anlamak istemiyordu. Nasıl anlaşın ki?.. Koltuğunda oturup üstlerine rapor yazmakla mesele mi anlaşılırdı? Kendilerini oturup göbek büyütmekle itham eden bu adam, ömründe kaç kez suçlu peşinde koşturmuştu? Adamakıllı azarlanan her iki müdürün de aklından böylesi düşünceler geçiyordu. Zaten ikisi de aynı devredendiler ve birbirlerinin düşüncelerini okuyacak kadar da samimiydiler. Zaman zaman birbirlerinin odalarına gider, emniyet müdürünü çekiştirirlerdi. Müdür:
 

“Devlet size boşuna para vermiyor beyler! Çok kısa bir zaman içinde bu işi idare edenleri bulmanızı istiyorum. Ayrıca Hizbullah’ın bu yükselişi, hem üstlerimin, hem de benim canımı sıkıyor. Bunun anlamını da gayet iyi bildiğinizi sanıyorum. Öyle değil mi beyler?”
 

“Ee... Evet müdürüm!” diyebildi TEM müdürü Cengiz. Cumali Bey de yüzü buruşuk bir şekilde başıyla onayladı müdürü.

“Anladığınıza sevindim. Şimdi ne yapacağımızı kararlaştıralım. Çalışmalarımızı bir düzene oturtup aktivite kazandırmalıyız. En önemli eksikliğimiz, istihbarat eksikliğidir. Yeterli bir istihbarata sahip olmadan bir arpa boyu bile yol gidemeyiz. Öyle değil mi Cumali Bey?!..”
 

Müdür son sözünü öyle alaycı bir şekilde söylemişti ki, İstihbarat şube müdürü Cumali Bey utancından kızardı. Oturduğu koltuğa sığınıyormuş gibi ezilip büzüldü. Müdürü cevapsız bırakmamak için:
 

“Haklısınız efendim” diyebildi.

“Öyle ise kulaklarınızı açıp beni iyi dinleyin beyler! Sonrası için mazeret istemiyorum, ona göre!.. Bundan böyle çalışmalarımızı iki koldan, ama koordineli bir şekilde yürüteceğiz. Yani bir koldan istihbarat çalışmaları yapıp Hizbullah Örgütü ve mensupları hakkında bilgiler elde edilecek, diğer koldan da bu bilgiler süratle işleme konulup gerekli olan ne ise yapılacak. Buna göre yapacağımız çalışmaları maddeler halinde söylüyorum. Sizler de not alın.”
 

“Her iki Müdür de ajandalarını açıp yazmaya hazır bir şekilde emniyet müdürünün ağzından çıkacak kelimelere dikkat kesildiler:
 

“1- Kur’an derslerinin verildiği tüm camiler tespit edilip izlemeye alınacak, camiye gelenler ismen tek tek tanınıp adresleri öğrenilecek.
 

2- Ders saatleri esnasında bir elemanımız normal vatandaş gibi camiye gidip oturacak, faaliyetleri izleyerek ders verenleri ve cami çalışmasını organize edenleri tespit edecek.
 

3- İstihbarat yardımcı elemanları (muhbirler) devreye sokularak süratle etkin duruma getirilecek, onlardan düzenli bilgi akışı sağlanacak.
 

4- Örgütü tanıyacak kadar yeterli bilgiye sahip olduktan sonra, aralarına adam sızdırma, ya da Hizbullah elemanlarından bize muhbirlik yapacak adam kazanma çalışmaları yapılacak.
 

5- Adam kazanma için her türlü imkan seferber edilecek, her çeşit vaad verilebilecek. Bu doğrultuda para, iş bulma, üniversiteye yerleştirme ve sınıf geçme vadi, yurt ve barınma kolaylığı sağlanacak; gözaltına alınanlara da, cezaevinde süründürme, ölüm, işinden etme, işkence, sakat bırakma vb. her çeşit tehdit ve korkutma yöntemleri kullanılarak ajanlaştırmaya hız verilecek.
 

6- Bu hareketin önünü almak, örgütü halkın gözünde karartmak ve camilere yönelişi durdurmak için her türlü karalama ve sabote etme teknik ve araçları devreye sokulacak. Bunun için de:
 

a) Camiye giden öğrencilere livata ve sübyancılık hastalığını bulaştırmak için gerekenler yapılmalı,

b) Bizimle işbirliği içinde olan hırsız çetelerine, cami çocuklarını hırsızlığa bulaştırma talimatı verilmeli,

c) Daha önce sabıkalı olan hırsız, psikopat, içkici, uyuşturucu müptelası, kötü ahlaklı ne kadar kişi varsa irtibata geçilerek camiye gitmeleri sağlanmalı. Bu sağlandıktan sonra, bunlar tevbe etmiş görüntüsü verecek ve kendilerini Kur’an dersi alıyor gibi gösterecekler. Sonraki aşamada gerek camide, gerekse de cami dışında normal ahlaklarına devam ederek örgütün karalanmasına önayak olmaları sağlanmalı. Yine bu kişiler cami içinde huzursuzluk çıkarmalı, provokatörlük yaparak camiye gelenlerle normal cami cemaatini ya da çevre halkını karşı karşıya getirmelidir. Böylelikle camiye gelenlerin morali bozulacak ve camiden soğuyacaklardır. Bunun yanı sıra bir kısmı da, camiye bazen gidip bazen de ara vermek suretiyle camilerin halkın gözündeki çekiciliğini düşürmeye çalışmalıdır.
 

Söz konusu kişilerin saydığım bu hizmetleri yapmaları karşılığında onlara cömert olunmalı, maddi olanak ya da uyuşturucu kullanımı gibi avantajlar sağlanmalı, ihtiyaç duydukları şeyler temin edilmelidir. Buna rağmen bu konuda çalışmak istemeyen olursa, tehdit ve korkutma yöntemleri devreye sokularak kabul etmeleri sağlanmalıdır.
 

7- Sebepli ya da sebepsiz gözaltına almalar çoğaltılmalı, her alınan şahıs 20-30 gün arası gözaltında tutularak fiziki ve psikolojik işkencelere maruz bırakılmalı.
 

Burası OHAL bölgesi... Hiç kimse, hiçbir şey için sizden hesap soramaz. Yeter ki işkence sonucu ölüm olmasın. Ona da bir kılıf bulunur ya!...
 

8- Gözaltına alınan kişilere faili meçhul kalmış dosyalar yükletilmeli, bir kısmına da örgütsel faaliyet yüklü dosyalar hazırlanarak cezaevine gitmeleri sağlanmalıdır. Böylece örgüt sürekli eleman kaybı yaşasın ki gelişmesi dursun...
 

Evet Beyler! Anlaşıldı mı?”

“Anlaşıldı Müdürüm” dediler ikisi birlikte.

“Bunun dışında aklınıza gelen hiç bir şeyi yapmakta tereddüt göstermeyin. Bu andan itibaren Hizbullah Örgütüne karşı savaş açmış bulunuyoruz ve bu savaşta tüm imkanlar ve kurallar bizden yana... Kuralları biz belirlediğimize göre, savaşı da biz kazanacağız. Öyle değil mi Beyler? Ha-ha-ha!..”
 

Müdürün neşesi yerine gelmişti. Attığı kahkahalara diğerleri de iştirak ettiler. Sıkıntılı hava dağılmıştı. Müdür bu kez daha yumuşak bir şekilde,
 

“Evet Cumali, ilk etapta kullanabileceğin yardımcı elemanlar (muhbirler) kimler?”

“Şu anki durumlarıyla istifade edebileceğimiz iki elemanımız var Müdürüm. Bunlardan biri Zülküf Doğan adlı eski bir elemanımız. Bu adam daha önce hırsızlık, uyuşturucu vb. çetelerin içinde idi. O zamanlar kendisinden epey istifade ettik. Sonraları bu işlere tevbe edip hacca gitti. Namaza, niyaza başladı. Epey zamandır bizimle ilişkisini koparmış, yalnız ısrar edersek onu tava getirebiliriz. Çevresi epey geniş, dönen dolaplardan habersiz olması mümkün değil.
 

“Ne iş yapıyor şimdi?”

“Sakatatçılar civarında bir çay ocağı işletiyor. Bir ara camiye de gittiğini duymuştum. Şansımız yaver giderse, onlarla ilişkisi de varsa, işimiz iştir. İlişkisi yoksa bile muhakkak tanıdıkları vardır.”
 

TEM Müdürü araya girdi.

“Peki ya eskisi gibi bizimle çalışmaktan imtina ederse?” diye safça sordu.

“Bu işlerin yolu çoktur Cengiz Bey. Adam daha önceden bizimle çalıştığı için o zamanlar verdiği bilgilerle birçok kişinin canı yanmıştı. Eğer teklifimizi kabul etmezse, onu deşifre edeceğimizi, deşifre olduğu taktirde de mutlaka öldürüleceğini söyleriz. Böyle bir şantaja karşı teslim olmayacak eski bir eleman tanımıyorum. Bunun dışında birçok kötü ahlakı ve yanımda sakladığım, uygunsuz vaziyette çekilmiş birçok fotoğrafı var. Çalıştırdığımız elemanların her zaman keleklik yapabilecekleri ihtimalini göz önünde bulundurduğumuzdan, dizginlerini elimizde tutmak için, kara günlerde kullanacağımız böylesi şeyler yanımızda bolca vardır. Ayrıca eskiden olduğu gibi kendisine maddi destek sağlayacağımızı, yani maaşa bağlayacağımızı taahhüt edersek, -affedersiniz müdürüm- üzerine bile binebiliriz.”
 

“Bunlar senin işlerin Cumali Bey” diyerek onu övdü Cengiz Bey. Cumali sinsi sinsi güldü.

“Anlattıklarından, Zülküf Doğan’ın işimize yarayacağı kesin. Peki diğer adam kim?” diye sordu Emniyet müdürü.

“İkincisi de İsmail Akışık efendim. Bu, bizim çok eski bir elemanımız. Halen de çalışıyor. Şu anda Ahmet Arif Lisesi müdür başyardımcılığını yapıyor. Öğrencilerle çok içli-dışlı birisi. Hem bilgi edinme, hem de adam kazanma yönünden kendisinden çok istifade edeceğimizi umuyorum.”
 

“Güzel! O halde hemen işbaşına! Daha önce bu kişilerle kim iletişim kurduysa, yine onlar iletişimi yürütsünler. Zülküf Doğan’a bir ekip gönderilsin. İçimden bir ses, bunun bize çok faydalı olabileceğini söylüyor. Hizbullah’ın sır kapısını bununla aralayabiliriz. Tekrar söylüyorum. En küçük bir olayda şüpheli görülen herkes gözaltına alınıp haklarında geniş tahkikat yapılsın. Camiye gidenlerin bu kadar fazlalaşmasını düşündükçe vücut kimyam bozuluyor. Bunun önünün mutlaka alınması lazım. Bunun için de işi organize edenler tanınmalı ve bilgileri süratli bir şekilde gelmelidir.”
 

“Emredersiniz müdürüm” dedi Cumali Bey. Devamla: “Bazı gazeteler, onların aleyhinde çok yazıp kötülemelerine rağmen, halk onları seviyor ve destekliyor. Çünkü bir ailede -diyelim ki- dört çocuk varsa, bunlardan camiye gidenin davranışlarında, ilişkilerinde, ahlakında, yaşayışında büyük değişiklikler oluyor. Bundan dolayı halkın onlara büyük bir teveccühü var. Halkın onları sevmesi işimizi zorlaştırsa da etkin bir çalışma ile onları durdurabiliriz” dedi.
 

“İşte görüyorsunuz beyler. Eğer halktan da destek görüyorsa, durum gerçekten vahim demektir. Hem meslek yaşantımızın devamı, hem de imajımızın düzelmesi açısından bu işe ‘dur!’ dememiz lazım geldiğini anladınız sanırım. Şimdi herkes işinin başına dönsün. Sokaklarda, caddelerde mobil karakollar oluşturulsun. Sürekli devriyeler dolaştırılsın. Kahvehanelerde, caddelerde, özellikle köşe başlarında gizlenilerek kimlik kontrolleri ve aramalar yapılsın. Mutlaka ya eylem dönüşünde, ya da eyleme giderken birilerini yakalarız. Cin değiller ya! Onlar da bizim gibi birer insan. Evet!.. Ekleyecek bir şeyi olan yoksa toplantı sona ermiştir beyler. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.”
 

“Sağ olun müdürüm.” İkisi birlikte söylemişlerdi bu sözü. Sonra kalkıp selam vererek çıktılar. Müdürün makam odasının dışında, iki arkadaş, müdürü arkasından çekiştirmeye başladılar. TEM müdürü:
 

“Bu man kafa herifle işimiz var doğrusu” dedi.

“Boş ver ya devrem, takma kafana. Adam belli ki bir yerlerden fırça yemiş.”

“Acısını bizden mi çıkarıyor? Kolaysa gelsin kendisi yapsın. Öyle değil mi ya devrem? Sanki oturuyoruz. Canımızı dişimize takıp çalışıyoruz, ama beyefendi bunları görür mü hiç?”
 

“Haklısın devrem. Müdürlerin işi bu... Yaptıkları bir iş olmaz, ama laklaktan da vazgeçmez, yapılan hiçbir işi de beğenmezler. Buna rağmen nedense aldığımız bütün başarılar onların puan hanesine artı olarak geçiyor...”
 

“Şeytan diyor, çık karşısına, yedir ona o sözlerini, ama... Devrem ya, sinir oluyorum bu adama.”

“Tamam be Cengiz, fazla uzatma. Sen de git adamlarına bağır, çağır. Zaten yapacaksın ya!.. O zaman bir şeyin kalmayacak, göreceksin. Neyse... Şimdi oyalanma, çene çalma zamanı değil. Hemen faaliyete geçmemiz lazım. Kısa sürede somut bazı şeylere ulaşmamız lazım. En azından göstermelik de olsa, bir şeyler ortaya çıkarmamız lazım. Aksi halde bu müdüre daha çook sinir olursun. Seni ararım. Haydi hoşça kal!”

“Güle güle Cumali.”

 




Paylaş

 Yukarı git 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol